30.10.2011

AYRILIK ACISINI BİLENLERE...


Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiç bir işe yaramayacaktır.

     Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "bu kuşun kanadı neden beyaz değil? " diye bir soruyla bile karşılaşabilirsin...

    İki ucu keskin bıcaktır. Bu ayrılıkta yaptıklarınla değil, yapamadıklarınla yargılanırsın her zaman.Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.

    Sen "ama senin için şunu yaptım" derken o "şunu yapmadın." diye cevap verecektir. Ve ne söylersen karşılğında mutlaka başka bir iddayla karşılaşacaksındır.

    Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın. Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın "peki o ne yaptı " deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta....
 
 Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama gibi bir lüksün yok senin, onun varsa bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın... Her zamanki gibi yaşayacaksın sen... "acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu bir tek kişiye bağlamadın ki....

  Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmakta keyif verecek sana. Yine içeçeksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğüde cabası.... Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler ya da bilip de duymayanlar açıtsa da içini unutma; yaşadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu...

Elbet bitecek güneşe hasret günler.

 Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çicekleri dolduracak yüreğini....


                                    Facebook: yağmurun dünyası


                                                                                                             
             GEÇMİŞ GÜNÜN HASRETİNİ ÇEKMEM
             YANLIZ BİR YAZ GECESİ BİR YANA
             GÖZÜMÜN SON MAVİ PARILTISI BİLE
             GELECEK GÜNÜN MÜJDESİNİ VERECEK SANA...
                                                                                            NAZIM HİKMET...








21.10.2011

CAN YÜCEL YAZILARI...HAYATINDAN ANILARI...


CAN YÜCEL YAZILARI...HAYATINDAN ANILARI...
  • Yıllar önce ODTÜ'de yaptığı bir konuşma...
Üç bin kişilik mimarlık amfisi tıklık tıklım dolu, hatta onu dinlemek için ayakta kalan onlarca kişi var...
Can Yücel konuşmaya şöyle başlar:
- Biz hiç bi bok olamadık!
Salondakiler bir anda neye uğradıklarını şaşırırlar. derin bir sessizlik kaplar ortalığı...
Salona gelmeden önce 3 bira ve yarım votka içmesine rağmen muhteşem bir konuşma yapar. Hiç şüphesiz bol küfürlü bir konuşma...
Söyleşinin soru-cevap kısmında ön sıralarda oturan hanım hanımcık bir kız öğrenci parmak kaldırıp Can Yücel'e şöyle sorar:
- Can bey, bizler şiirlerinizi ve düşüncelerinizi çok beğeniyoruz,size büyük bir saygı duyuyoruz ama konuşmalarınızda çok fazla küfüre ve argoya yer veriyorsunuz, küfürlü konuşmasanız olmaz mı?
Can Yücel önce susar, sonra yavaşça doğrulur, o kocaman ellerini kürsünün üzerine koyup:
- Küfür, burjuvazinin ağzında bir lağım çukurudur... Küfür, işçi sınıfının ağzında bir çiçektir!.. deyince salonda müthiş bir alkış kopar.
Sonra tamamen ayağa kalkıp şöyle bitirir konuşmasını:
- Arkadaşlar bugün de çok kafa siktim!!!


  • Can Yücel, vakt-i zamanda bir yazısında adamın birisine 'göt' dediği için dava açılmış. Mahkemede Can Yücel şunu anlatmış:
Bir köyde ateşli bir hasta vardır, kasabaya doktora getirir hastayı köylüler. Koca devletin koca doktoruna. Doktor hastaya fitil verir ve köye döndükleri gibi hastaya fitili anüsten vermelerini söyler köylülere. Köylüler tabi 'tamam dohtor bey' diyip köye giderler. Köydeki herkese sorarlar, en bilgelere bile, ama kimse anüs ne demektir bilemez. Bu nedenle bir türlü ilacı da veremezler hastaya.
Hastanın durumu da gitgide kötüleşmektedir. Bunun üzerine köylü, doktora, koca devletin koca doktoruna telefon etmeye karar verir ama kimse buna yanaşmaz. Ne cüret di mi doktoru arayacak bi köylü. Neyse durumun vehameti üzerine muhtar aramayı kabul eder. Bütün köylü toplanır santrale, muhtar arar, 'Biz ne yapacaamızı bilemedik dohtor bey' felan der işte. Karşıdan doktor bişiler söyler. Muhtar döner, ama arkasına: 'makattan verin dedi dohtor' der. Yine tüm köye sorarlar, komşu köylere birilerini yollayıp sordururlar felan, ama makat ne bilen yoktur yine. Hasta ise giti gidecek, ateşler içinde kıvranıyo baya.
İhtiyar meclisi toplanır. Son çare, doktorun bir kez daha aranmasına karar verilir. Yine kimse aramaz istemez doktoru. Nihayetinde yine biri kandırılır, telefonun başına geçer, ama bi yandan söylenmektedir: 'çok kızacak doktor çok!' diye. Sonunda telefonu açar, durum anlatır, doktor bişiler söyler yine. Telefondaki köylü, yüzü allak bullak, arkasını döner: 'çok kızacak demiştim; götüne sokun dedi' Yani işin aslı hakim bey 'bizim orada göte göt derler'
  • Gitmek istiyorsa, bırakacaksın gitsin. Aklı seninle olmayanın bedeni yanında olsun ister misin?
  • Unutma; "Onu artık unuttum" demek, Bir kez daha hatırlamaktır aslında..
  • Herşeyin kadar değil, değeri kadar seveceksin. Çünkü beklentin ne kadar çok olursa, o kadar kırılırsın.
  • Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.
  • Yalnızım.. Çünkü herhangi biriyle değil, Beklediğime değecek kişiyle devαm etmeliyim bu yolα.
  • Kural bu: En çok seven, hep en önce terkedilir. Unutma; Vedalar acıtsada, bazen gitmek gerekir.
  • Senle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun? Nerden bileceksin! Sen hiç benimle olmadınki, ya aklın başka yerdeydi ya yüreğin.
  • Bilmelisin ki . Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın Dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
  • Anladım ki aşk; Her iki tarafı da mağdur eden, Yürekte izinsiz gösteri yapan mutluluk karşıtı bir eylem.
  • Olmuyorsa zorlamıyacaksın.
  • Bilinmedik bir hüzün var içimde, bir gariplik. Anladım ki, ya ben fazlayım bu şehirde ya da biri eksik....
Şiirlerinden;


20.10.2011

SAĞLIK OLSUN


SAĞLIK OLSUN
Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin
Kedi gibi gerin, Ohh ne güzel yine uyandım diye sevin….
Pencereni aç, yağmur da olsa nefes al derin derin
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart
Çek kızartılmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine…
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık
Yağmur  varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü, hava soğuksa yürü,
Yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al…
Sonra, şöyle bir düşün ,kimler sana yol açtı, sen çok darda iken kimler seni ferahlattı,
Hani kimsenin kapını çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor…
Bu sadece onların değil, seninde yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak.
Günün güzeldi değil mi akşamın da güzel olsun…
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtün olsun…
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil,
Vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyfe keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,
Eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının…
Gece evinde , dostların olsun
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun…
Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki SAĞLIK OLSUN!!!
                                                            CAN YÜCEL

ORMAN


Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor ve ağaç kesmeye başlıyormuş, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne de öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş. İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında hemen evine gidiyormuş. Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar. Sonuç: ikinci adam çok daha fazla ağaç kesmiş. Birinci adam öfkelenmiş:
 "Bu nasıl olabilir? Ben senden daha çok çalıştım. Senden daha erken işe başladım, daha geç bitirdim. Ama sen benden daha fazla ağaç kestin. Bu işin sırrı ne?"
İkinci adam yüzünde tebessümle yanıt vermiş:
"Ortada bir sır yok. Sen durmaksızın çalışırken ben arada bir dinlenip baltamı bileyliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir."


Kendimizi geliştirmek de baltamızı bilemek gibidir. Kendimize zaman ayırıp, zihnimizi , ruhumuzu, bedenimizi dinlemeliyiz.

14.10.2011

HAYATIMI YENİDEN YAŞAYABİLSEYDİM...


Emma Bombeck Avustralya da kanserden öldü. Ölümden hemen önce şunları yazdı.


"Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer;
Hastayken yatağa girer dinlenirdim.
Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim...
Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım....
Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim....
Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine
davet ederdim.
Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer, şömineyi yakmak isteyen birisi olduğunda ona engel olmazdım...
Yerler leke olacak diye korkmazdım.
Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım.
Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım.
Saçım bozulmasın diye, arabanın camını açılmasını önlemezdim.
Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimenlere otururdum.
TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim...
Ömür boyu garantilidir denilen hiçbir şey satın almazdım..
Hamileliğimin bir an önce sona erip, doğum yapmayı dinlemek yerine, hamile olduğum her anın tadını çıkarır ve içimde bir canlı yaratmanın ne kadar harika olduğunu fark ederdim.
Bu o kadar nadir bir olay ki mucize gibi bir şey...
Çocuklarım beni öpmek istediklerinde asla "önce git ellerini, yüzünü yıka." demezdim...
Onlara daha çok "seni seviyorum"ondan da daha çok "özür dilerim" derdim...
Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey:
Her dakikasını değerlendirmek olurdu. Dikkatle bak...
Gerçekten gör....yaşa...küçük şeyler için şikayet etmekten vazgeç....
Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi.
Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım.
Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için ALLAH a şükredin...
Tek bir hayatınız var ve birgün sona eriyor.
Umarım her gününüzü değerlendirirsiniz....."

YOLUMUZDAKI ENGELLER...


Eski zamanlarda bir kral saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereden bakıyormuş. Bakalım neler olacak!! Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer gelirler. Sabahtan öğlene kadar..
 Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girerler. Pek coğu krala yüksek sesle eleştirir. Halkından bu kadar, vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi.
 Saraya mevya ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına ıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtna almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durudğunu gördü. Açtı.
 Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı. "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir." diyordu Kral.
Köylü bu olaydan önemli bir ders almıştı.
HER ENGEL, YAŞAM KOŞULLARINIZI DAHA İYİYE GÖTÜRMESİ İÇİN BİR FIRSATTIR.....

13.10.2011

HAYAT NEDİR NE DEĞİLDİR??


Hayat çetele tutmak değildir. Seni kaç kişinin aradığı, kiminle çıktığın, çıkıyor olduğun veya çıkacağın demek de değilidir.Kimi öptüğün, hangi sporu yaptığın veya kimlerin seni sevdiği de değildir. Hayat ayakkabıların, saçın, derinin rengi, nerede yaşadığın veya hangi okula gittiğin de değildir. Aslında hayat, notlar, para, giysiler, girmeyi başardığın ya da başaramadığın okullar da değildir. Hayat çok arkadaş sahibi olmak ya da yanlız olmak, kabul görmek ya da görmemekte değildir. Hayat bunlar değildir.
 Hayat kimi sevdiğin ve kimi incittiğindir. Kendin için neler hissettiğindir. Güven mutluluk ve şefkattir. Arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır. Hayat kıskançlığı yenmek, önemsenmeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir.Neler söylediğin ve ne demek istediğindir. İnsanların sahip olduklarını değil, kendilerini olduğu gibi görmektir. Her şeyden önemlisi hayatını başkalarının, hayatını olumlu yönde etkilemek için kullanmayı seçmektir. İşte hayat bu seçimlerden ibarettir...

11.10.2011

BENİM AFRİKAM


HER SABAH BİR CEYLAN UYANIR AFRİKA DA
KAFASINDA BİR TEK DÜŞÜNCE VARDIR.
EN HIZLI KOŞAN ASLANDAN DAHA HIZLI KOŞABİLMEK.
YOKSA ASLANA YEM OLUR.

HER SABAH BİR ASLAN UYANIR AFRİKA DA
KAFASINDA BİR TEK DÜŞÜNCE VARDIR.
EN YAVAŞ KOŞAN CEYLANDAN DAHA HIZLI KOŞABİLMEK.
YOKSA AÇLIKTAN ÖLECEKTİR.

İSTER ASLAN OLUN,
İSTER CEYLAN OLUN HİÇ ÖNEMİ YOK.
YETER Kİ GÜNEŞ DOĞDUĞUNDA KOŞUYOR OLMANIZ GEREKTİĞİ
HEMDE BİR ÖNCE Kİ GÜNDEN DAHA HIZLI KOŞUYOR
OLMANIZ GEREKTİĞİNİ BİLİN.

YANİ....
HAYAT KOŞUSUNDA, DEVAM EDEBİLMENİN TEK ŞARTI VAR...
DÜNDEN DAHA HIZLI OLABİLMEK...
BAKIN BAKALIM KENDİNİZE...
ONDAN, ŞUNDAN, BUNDAN DEĞİL "DÜNDEN" HIZLI MISIN ??